Geçtiğimiz
günlerde Damla ve Derin ile birlikte çizgi film izliyoruz. Birlikte film
izlemekten ve yorum yapmaktan çok hoşlanıyorlar. Uzun süre bir noktaya takılıp
tv izlemek elbette beyinsel faaliyetlerimizi yavaşlatıyor olabilir; ama bunu
belli aralıklarla ve ne izleneceği seçilerek
yapıldığında ve aynı zamanda çocuğun nelere dikkat ettiği hakkında yorum
yaparak izlenildiğinde çok da zararlı olduğunu düşünmüyorum. Üniversite’yi
bitirirken bir tez hazırlamıştım. Çocuklara yönelik tv programlarının çocuğun
gelişimine ve iletişimine etkileri konusunda… Kaliteli hazırlanmış çocuk
programlarını çocuklarınıza rahatlıkla izletebilirsiniz. Gelişimlerinde ve
iletişiminde olumlu katkıları çok fazla. Örneğin günümüzde çok popüler olan
bazı çizgi filmler de böyle. Pepee, Calio, Mickey Mouse klüp evi bunlara en iyi
örnekler… Bunlar sayesinde şekilleri,
renkleri, sayıları öğrenmenin yanı sıra bir çok toplumsal değeri de
öğreniyorlar. Örneğin Pepee aynı zaman
folklörümüzün de çocuklar tarafından keyifle izlenmesini sağladı. Damla ve
Derin de yürüme engelli olmalarına rağmen oturdukları yerde ellerini ve
gövdelerini kullanarak bu danslara eşlik etmeye çalışıyorlar. Yurt dışında
yapıldığı gibi Türk yapımı bu tarz çizgi filmlerin içine engellilikle ilgili bir
şeyler de eklense çok güzel mesajlar verebileceğimizi düşünüyorum. Örneğin
yürüme engelli bir arkadaş ya da tekerlekli sandalyede bir dede vs… Çünkü
biliyoruz ki ağaç yaşken eğiliyor. Tekrar başladığımız noktaya dönersek Damla
ve Derin ile hafta sonu Heidi’nin bir çok bölümünü birlikte izledik. Tivibu’da
bir çok seçenek mevcut. Tivibunuz yoksa internetten de rahatlıkla izlettirebilirsiniz.
Hatırlarsanız Benim Claralarım diye bir yazı yazmıştım. Çocukluğumda izlediğim
Heidi ile ilgili zihnimde kalmış bazı şeyler vardı. Yıllar sonra kızlarımla
tekrar seyrettiğimde ne kadar güzel bir çizgi filmmiş diye düşündüm. Heidi o
kadar mutlu ki, çimlerde taklalar atıyor. Hayvanları seviyor. Doğayla dost,
insan sevgisi son derece kuvvetli… Mesajlara bakar mısınız? Çizgi filmi
izlerken televizyondan dışarıya yayılan bir enerji hissediyorsunuz. Pozitif
enerji… İşte bir yapımın başarısı budur. Ekrandan dışarıya taşabilen,
izleyicinin empati kurmasını sağlayabilen,
olumlu duygulara göndermeler yapan çok başarılı bir çizgi film bence…
Heidi çimlerde takla atıp, yemyeşil kırlarda koşarken sanki bizi de yanında
sürüklüyordu. Sonra durdum düşündüm. En son ne zaman yaptınız doğada böyle bir
aktivite… Negatif enerjinizi nasıl boşalttınız. Şimdi İstanbul’a bakıyorum da
yeşil alanlar ne kadar azaldı. Her yerde en az 3 büyük alışveriş merkezi. Ne
yapıyoruz eğer çalışıyorsak hafta sonu bir çoğumuz doğada yapılabilecek aktiviteler varken
alışveriş merkezlerine dalıyoruz, çoluk çocuk… Fast Food yemekten obezite ile
karşı karşıyayız. Alışveriş çılgınlığından bütçelerimizi zorluyoruz. Gereksiz
yüzlerce giysi, ev eşyası ile dolup taşıyor evlerimiz. Ama birilerine maddi,
manevi alanda yardım edebilir misiniz dendiğinde benim bütçem veya zamanın yok
diyebiliyoruz. O içeride tatmin
edemediğimiz sevgisizliğimizi bu şekilde tatmin etmeye çalışıyoruz. Bu bir
hastalık… Çağımızın hastalığı… Tüketim… Sınırsızca tüketim. Reklamları
izliyorsunuz mesaj hep aynı… Yenisini al tüket…
Bu daha iyi eskisini at bunu al… Modası geçti at… Beynimiz bunlara
şartlanmışken mutluluk kaynağımızın bunlar olduğunu sanarken nasıl gerçekçi
düşünebiliriz ki… İşte bunun nedenlerinden biri seçim yapmayı öğrenemememiz.
Hayır diyemememiz. Daha çocukken
başlıyor eğitimimiz hayır sen bilmiyorsun, büyüklerinin sözünü dinle. Senin seçme hakkın yok önüne konanı yiyeceksin vs vs Özgürce seçme hakkı sunulmayan,
bir otoriteye bağlı olarak büyüyen çocuklar sonunda ne oluyor. Kendilerine
özgüvenleri azalıyor. Kendi başlarına doğru karar veremeyeceklerini düşünüyorlar.
Sonra mı ne oluyor? Sürü psikolojisi
tabiki… Aaa bak biri şunun iyi olduğunu söyledi. Hipnoz olmuş gibi demek ki onu yapmalıyım. Bunun
modası geçmiş bütçemi zorlayıp yenisini almalıyım, çünkü böylelikle prestijim
artacak ben de özgüvenimi tatmin etmiş olacağım.Şimdi görüyorum bir çok kişisel
gelişim eğitimleri başladı. Kendi yolunu kendi çizgini bulmak adına… Bu
eğitimlere de çok rağbet var. Peki neden arttı. Çünkü o kadar çok başkalarının
etkisi altındayız ki mutsuzuz. Sevgi de
arkadaşlık da tıpkı bir eşya gibi basit
hemen atılabilir değiştirilebilir oldu hayatımızda. .. Derinlemesine bir şeyi
yaşamaya imkan yok. Hep yüzeysel… Çooook arkadaşım var. Facebookta 900
arkadaşım, twitterda 4.000 takipçim var. Bunlardan kaçı bir sorununuz olduğunda
yanınızda… Ya da çok mutlu bir gününüzü beğenmek dışında kaç kişi sizi arayıp
paylaşıyor. Ya da gel birlikte bir yerde oturup kutlayalım bu güzel haberi diyor.
Kaç kişi… ??? Söyleyeyim şanslıysanız 2… Demek ki sizin gerçek anlamda 2
dostunuz var. Peki birilerinin çok
sayıda sizi takip etmesi, ya da çok kişi tanımanız neden önemli ve gerekli
haline geldi. Çünkü prestij artık böyle…
Seni çok kişi takip ediyorsa demek ki çok gerekli bir insansın sen.
Toplumun yararına bir şeyler yapıyorsun diye düşünürüm ben. Ama bakıyorum
paylaşılan şeyler twitter da bugün yağmur yağacak şemsiye mi alsam. Diğerleri
yorum yapıyor evet al yok alma… Bir diğeri yazmış. Hafta sonu dolabımı toplamaya
üşeniyorum. Yorum yok, beğenmişler. Nesi
beğeniliyorsa… Bu kadar boş olduk işte…
Tembelliğin toplumda onay görüp beğenilmesi kadar komik bir şey olamaz
herhalde… Yani kısacası bugün hayatımıza biraz tepeden
bakabildiğimizi umuyorum. Hadi dışarı çıkın bugün hava güzel… Ama alışveriş
merkezine değil. Deniz kenarında bir yürüyüşe ya da park varsa yakınlarınızda
bir çay içmeye… Biraz çocukları izlemeye…. İzleyin çocukları çok şey
öğreneceksiniz… Ama lütfen seçim hakkı
tanıyın onlara… Onlara zarar vermeyecek kararlar
alabilmesine yardımcı olun sadece, doğru karar almasına değil. Herkesin
doğruları farklı olabilir çünkü. En önemlisi de seçme özgürlüğü ileride
özgüveni gelişmiş, ne istediğini bilen nesiller getirecek.
Süper bir yazı olmuş,ellerine sağlık,hepsine katılıyorum.Peepe'yi hiç izlemedim,iyi diyorsan iydir;fakat dediğin gibi engelli bir karakter de olsa.Acaba web sitesi varsa yazmalı mı,ben de yazarım araştırırım.Heidi'yi çok severdim,hala da çok severim.Dediğin gibi gelmiş geçmiş en pozitif çizgi film bence.Heidi'nin Klara'ya olan desteği dün gibi aklımda.Bir de Sebastianla Peter vardı:))Bıktım birşey satın almaktan;ve aldıktan sonra bunu niye aldım demekten;çünkü mutluluğu sadece 1 gün sürüyor,sonra bir daha yüzüne bakmıyorum.Birşey almama rejimine girmeyi düşünüyorum,bu konuda zorlayacağım kendimi:)
YanıtlaSilTubacığım çok tatlısın.:) Çok teşekkür ederim değerli yorumların için. İnan ben de yazarken çok öz eleştiri yaptım. Herşey daha kaliteli daha mutlu bir yaşam için. sevgilerimle:)
SilNasıl güzel bir yazı olmuş Aytül
YanıtlaSilHer cümlesine katılıyorum. Hani konuyu alıp yırum yapayım bilemedim.
Malesef bir tüketim çılgınlığı almış başını gidiyor! Üretken bir nesil yetişiyor mu ben emin değilim!!
Facebook hesabımı sırf o saçmalıklar yüzünden kapattım. Hani uzakta olan, sık sık görüşemediğn arkadaşlarınla iletişim içinde olmak güzel de, akşama eşiyle yemeğe gidecek olan arkadaşımın oradan "yemeğe giderken ne giyiiim?" sorusunu sorması çok sacma!!
Kaliteli programların alıcıları herdaim açık olan çocuklara güzelşeyler kattığına inanıyorum. Bİr türlü sevilemeyen Pepee'nin aslında dopdolu bir içeriği olduğunu görüyorum izledikçe!! Kızıma izletiyorum.
offf başınızı şişirdim :)
Daha çoook cevap yazabilirim bu yazıya :)
Canımmm teşekkür ederim. Eveeet bu yazımda aktı gitti kalemimden bir çok şey:) Sinema-tv eğitimi almış biri olarak özellikle tüm anne-babaların çocuklarıyla birlikte tv izlemelerini öneriyorum. Çünkü sırf çizgi film diye seyrettirdiğimiz bir çok filmin içinde ne gibi zararlı mesajlar olabilir bilemiyoruz. Hatta mümkünse önce bizim izlememiz daha iyi. İzlerken ve sonrasında da birlikte yorum yapmak çocukların ne aldığını öğrenmek ve onların anlatım yeteneklerini geliştirmek açısından önemli. Ama çoğumuz ne yapıyor. Koyuyor çizgi film karşısına izlesin. Anne-baba çocuk birşey izliyor görüyor. Ama ne izliyor, ne alıyor önemli. Bizler de tv izlemeyi bilmiyoruz. Bir çok evde sabahtan akşama kadar açık o tv... Eee sonrada çocuğu tv önünden alamıyoruz diyoruz. Tabi alınmaz. Çocuk çevresinden gördüğünü taklit ediyor. Bununla ilgili tezim sırasında yaptığım ankette çok çarpıcı sonuçlar var. Başka bir yazımda anlatacağım. Twitterda yazılanlar konusunda çok haklısın. Bir gün sosyal medyayı doğru kullanmayı öğrenebileceğimizi umuyorum... Kucak dolusu sevgiler:)
SilAytülcüm,gene çok önemli ve yararlı bir konuyu ele almışsın.Kapalı mekanlarda çocukları gezdirmek(havasız,her türlü mikrop ve allerjen ortamda),yedirmek, içirmek(o pis kansörejen yiyicekleri) biz de bir yaşam biçimi.Aslında bu durumda acı olan ne biliyormusun,anne babalar kendilerini oyalamak,dediğin gibi sevgisizliklerini unutmak için böyle bir davranış içindeler.Ve çocuklar bu ilgisizliği hissediyorlar.Hiç biri o alışveriş merkezlerinde olmaktan memnun görünmüyorlar.Bunun acısını küçük yaşlarda hırçınlaşarak, yetişkin dönemlerinde de alışveriş hastalığına yakalanmanın getirdiği olumsuz yükler nedeni ile ailelerinden bol bol çıkarıyorlar.Gene olan gençlere oluyor,çünkü böyle bir genç aileleri tarafından sürekli suçlanıyorlar,bu suçlanmanın da ne gibi olumsuz sonuçları olduğunu tahmin edebilirsin.Çocuklar doğumdan sonra herşeyi bulundukları çevreden öğreniyorlar.Bu çevredeki en önemli kurum aile.Eğer gencin evinde kitap okuma alışkanlığı varsa doğal olarak o da bu alışkanlığı ediniyor,sevgi varsa hayatı severek öğreniyor,paylaşım varsa paylaşmayı öğreniyor,aile yaşamlarında koyu bir bencil davranışına tanık oluyorsa o da böyle gelişebiliyor.Bunlar psikoloji de ''öğrenilmiş davranış biçimleri'' olarak geçiyor.Bak senin kızların huzur dolu ortamda yetiştikleri için,sakin ve huzurlular.Konuşmaları,bakışları ses tonları bunu çok güzel yansıtıyor.Biliyorsun yıllardır çocuklarla çalışıyorum,bu konularda ne kadar dertliymişim.Benim görüşüm,çocuklarında sağlık problemi olan ailelerin ebeveyinlikleri olağanüstüdür.Hepsine çook saygılarımı sunuyorum,ve de seni, Tolgacığımı saygı ve sevgilerimle öpüyorum.
YanıtlaSilDeğerli yorumların için çok teşekkür ederim Gülsün ablacığım. Bu yazımda hepimiz şöyle bir özeleştiri yapalım istedim. Hayatımızın sorumluluğu bizler de... Kaçmak yok yola devam:) Sonsuz sevgiler, biz de seni öpüyoruz.
SilKHOLİL GİBRON diyorki: Çocuklarınız sizlerin yanındalar ama, sizlerin malı değil. Onlara sevginizi verebilirsiniz ama,düşüncelerinizi asla! Çünki; onların canları geleceğin sarayında oturur ve sizler düşüncelerinizde bile orayı ziyaret edemezsiniz. Kendinizi onlara benzetmeye çalışabilirsiniz amaonları kendinize benzetmeye kalkışmayın hiç. Çünki hayat ne geriye gider, ne de geçmişle ilgilenir. (Yaşamlarının 3/4 ünü yetişkin olarak yaşayacak çocuklar için) sevgilerimle teyzen...
YanıtlaSilHarikasın teyzeciğim çok teşekkürler:)
SilDun bu yazina yorumumu yazdim, yazdim ama yayinlayamadim, ipaddeki bir sikintidan...sonra da yorulmusum uyumusum:)
YanıtlaSilNe kadar faydali bir konuya deginmissin Aytulcugum. Su gibi okuyup, bitirdim. Daha devami gelse okuyabilirdim.
Dusunduklerin o kadar dogru ki, keske herkes dogru noktalara vakit harcayabilse, keske farkindaliklar empatiler artsa da gerceklik ortaya cikabilse...realiteden uzak yasiyor milyonlarca insan
Kalemine yuregine saglik cnm
Sevgiler
Ates boceginin annesi Muge
Mügeciğim yazımı beğendiğine sevindim. Ne zamandır yazmak istiyordum bu konuda sonra çizgi filmi seyrederken bir anda dökülüverdi düşünceler kalemimde bloguma... Senin de söylediğin gibi her şey farkındalıkla başlıyor. Biraz farkındalığımızı arttırabilirsek, neyi niçin yaptığımızı sorgulayabilirsek daha mutlu bir yaşamın bizi beklediğini düşünüyorum. Seni ve minik Ateş'i, öpüyorum, sevgiler, iyi haftalar..
Sil