Yıllar önce bir belgesel izlemiştim. Lumiere Kardeşlerin
kamerasıyla 41 tane ünlü yönetmenden 52
saniyelik film yapmaları isteniyor ve en fazla 3 kamera açısından… Dikkat edin
52 saniye ve en fazla 3 açı… Ne anlatabilirsiniz ki? İşte bu 41 ünlü yönetmen filmlerini 52 saniyeden en fazla 3 kamera açısından
çekiyorlar. Kimisi 3 açıyı da kullanmıyor bile tek açı… Sonuç inanılmaz. Hepsi
52 saniyeden anlatımı başarıyor. Bunu niye anlattım. Çünkü bu filmde ünlü
yönetmenlerden biri çekim sonrası öyle bir cümle kuruyor ki, yaşamımda önemli
bir yeri tutuyor. Diyor ki, “Hayata bakış açımız, kameramızı nereye
koyduğumuzla doğru orantılıdır” Evet hayat da böyle bir şey işte… Kameran ve
bakış açın. Kameran gözlerin ve nereye baktığın önemli… Benim de iki seçeneğim
vardı, ya ağlayıp, oturup karalar bağlayacaktım. Ya da 2.yolu seçip mücadele
edip, gerçek mutluluğu bulmaya çalışacaktım.
Ben 2.sini seçtim. Kameramın açısını değiştirdim ve olumlu şeylere bakmaya
başladım. Daha önceki yazılarımda da bahsettiğim gibi yaşamımızın bir yerinde
küçük ama aslında çok önemli mutlulukları unutuveriyoruz ve şimdi biz bunları
tekrar canlandırmaya başladık. Belki
inanmayacaksınız ama dedim ki kendi kendime Aytül bu başına geldi. Ama belki de
gerçekten şanslısın. Çünkü artık eskisinden daha da rahat ve mutlusun. Küçük
şeyleri dert etmiyoruz artık… Ne anlamı var. Hayattan daha çok zevk almayı
öğrendik. Günü yaşamayı… Yarın belirsiz...
Bir gün bebeklerime bakan yardımcım ağlayarak yanıma geldi.
Aytül Hnm eşim yok, çocuklarıma tek başıma bakıyorum, her şeye yetişmeye
çalışıyorum bunaldım… Ama nasıl ağlıyor. Dedim ki bak bana ben ne yapayım. İki
bebeğim de dünyada çaresi olmayan bir hastalığın pençesindeler. Şu anda
dünyanın en zenginleri gelip, servetlerini bağışlasalar bile çözümü yok. Her
şey bilim adamlarına bağlı… En azından senin sağlığın var. Ne kadar önemli
biliyor musun? Bak çocuklarına bakabiliyorsun, okutabiliyorsun. Bunları görmezden
gelme… Her karanlığın bir aydınlığı var. Sildi göz yaşlarını ve sustu.
Benimse Engelliler Danışma ve Dayanışma Merkezi’ndeki
psikoterapi sürecim başladı. Çözmek istediğim şeyler var. Hayatımda değiştirmek
istediğim şeyler, kafamın içinde yüzlerce soru? Ne yapacağım? Nasıl
davranacağım? Kızlarım büyüyor ve bir gün korktuğum o soru gelecek. “ Anne biz
neden yürüyemiyoruz?” Nasıl açıklayacağım? Psikolojileri bozulsun mutsuz
olsunlar istemiyorum. Profesyonel destek
şart ve ben çok doğru bir merkezdeyim.
Gözlerimi kapattım. Önce bana bir yer tanımlattı psikoloğum.
Kendimi mutlu hissedeceğim, güvenli huzurlu bir yer… Evet var öyle bir yer… Kafamın içinde
oradayım ve mutluyum. Tamam dedi burayı unutmayın. Ne zaman kendinizi kötü
hissederseniz. Gözlerinizi kapatın ve buraya gidin. Şimdi ne zaman kendimi kötü
hissetsem gözlerimi kapıyor ve güvenli yerime çekiliyorum. Bir çeşit
meditasyon… İlerleyen süreçlerde
korkularımdan, beni üzen şeylerden konuşuyoruz. Sonra yine gözlerimi
kapatıyorum. Bir kutu tasarlıyorum beynimin içinde ve tanımlıyorum o kutuyu…
Sonra bütün üzüntülerimi içine koyuyorum. Hepsini ama hepsini… Aman hiçbir şey dışarıda kalmasın. Sonra pembe
bir kurdele ile sımsıkı bağlıyorum ve evimde güvenli olarak düşündüğüm bir yere
koyuyorum bu özel kutuyu… Sonra
uzaklaşıyorum ondan… Uzaklaşıyorum… Uzaklaşıyorum… Küçücük kaldı. Biraz daha
uzaklaşıyorum ve artık görünmüyor. Ama ben onun orada olduğunu biliyorum ve
ardından gözlerimi açıyorum. Rahatlamış gibiyim. Kendimi iyi hissediyorum ve
seans bitti. İnanır mısınız 1 hafta boyunca yani tekrar seansa gidene kadar
beynimde her gün sakladığım o hayali kutuyu gördüm. Yanına gittim ama
dokunmadım. Açmaya cesaret edemediğim kutu o şekilde orada kaldı. Ama ben eskisine göre çok daha rahat ve
mutluyum.
Sıra geldi. Kaygıları azaltmaya… Bir engelli annesi olarak
öyle çok kaygılar var ki içimde… Ne olacak? Sonrası ne olacak soruları? Çevrede
yine her kafadan bir ses… Eleştiriler
vs… Dedim ki psikoloğuma çok bunaldım. Sanki biri beni boğuyor. Nefes alamıyorum.
Dedi ki kendinize özel eleştiri günleri yapın? Eleştiri günü mü? O da ne? Yani
üzerinizdeki yük hafiflesin biraz. Örneğin pazartesileri saat 08.00 ile 09.00 arası eleştirilerinizi
alıyorum. Beni eleştirebilirsiniz. Ama onun dışında kapalıyım. Bir gülmedir tuttu
beni. .. Bu neye yarayacak? Şuna yarayacak. Tüm hafta boyunca gereksiz yere
stres yüklenmeyeceksiniz. Sürekli tetikte olmayacaksınız. Bir kere, belli bir
aralıkta olacak ve bitecek. E güzelmiş dedim kendi kendime.. Peki bu sırada
eleştirileri alırken savunma hakkım var mı? Hayır yok.. Sadece dinleyecekmişim.
Karşı taraf anlatacak rahatlayacak. Sonra istediğimi yapmakta özgürüm.
Yaşasııın… Eee bir saatlik eziyete değer… Hadi gelin bakalım kim gelecekse…
Tabii kimse gelmedi. Herkes sus pus.
Bu aşamayı da böylece atlatmış olduk.
Her hafta görüşüyoruz. Konuşuyoruz. Haftam nasıl geçti? Önemli bir şey oldu mu? Çocuklar nasıldı? Ben nasılım? Çevrem nasıl? Çok şükür gittikçe her şey iyileşiyor. Ben hayata olumlu baktıkça her şey daha çok iyileşiyor ve yaşam kalitemiz artıyor. Bu psikoterapi seanslarında kazandığım en güzel şey her hafta hayatımı gözden geçirmek oldu. Yaşam kalitemizi daha çok nasıl arttırabiliriz. Daha mutlu nasıl olabiliriz? Üzüntüleri ve kaygıları nasıl bertaraf edebiliriz.? Çok değerli kazanımlardı bunlar. Şimdi beni görenler çok güçlü bir anne olduğumu söylüyorlar. Herkese değerlendirmeleri için ayrı ayrı teşekkür ederim. Yapım gereği hiçbir zaman karalar bağlamadım. Hep bir çıkış yolu aradım. İnşallah bunun da bir yolunu bulacağız. Ama şimdi biliyorum ki, doğru yer, doğru zaman ve doğru tedavi seçenekleri önemli bizim için… Şu anda yapmaya çalıştığımız, yapabileceklerimiz içinden en iyilerini seçmek… Seçimler… Hayatımız bunlardan ibaret… Ben bazı konularda özellikle kızlarımın hastalığı seçmedim ama o bana geldi. Asıl bundan sonra hangi yolu seçeceğim önemliydi belki de ben seçimimi yaptım.
Bazen sonu bilinmeyen bir yolda görüyorum bizi… Hayat da
zaten böyle değil mi? Bir gün seans sırasında demiştim ki psikoloğuma eskiden
hayat toz pembeydi benim için… İnsanlar doğarlar, büyürler, evlenirler,
çocukları olur, bu arada istedikleri evi, arabayı alırlarsa alırlar.
Alamazlarsa olanla idare ederler. Sonra çocuklar büyür. Anneler babalar
yaşlanır. 80ininden sonrada bir şekilde veda edilir hayata… Oysaki kızlarımın
hastalığını duyduğumda öylesine değişti ki bu zincir…. Koptu o noktada filmim
birden… Hayat hep belli bir seyri izlemiyordu. Oysaki ben öyle kurgulamıştım.
Etrafımda da bu tarz hastalıklar veya çok ender olanlar dışında erken bir ölüm olmamıştı. Sonra bir tokat gibi patladı
yüzümde gerçekler… Hayat belli bir kurguya bağlı değil. Başına bir şey geliyor.
O anda oradasın ve yine seçme hakkın var. İşte asıl buradaki seçimlerimizden
ibaret hayat… Yaşamınızı kendinize zehir etmeyin. Hayat o kadar güzel ki, bir
çocuğun masum bakışlarında, güzelliğinde saklı çoğu zaman… Hani şarkılarda da
söylenir ya bazen en son ne zaman unuttuk çocuksu masumluğumuzu…
Büyüdükçe kirleniyoruz aslında…